2 Kasım 2010 Salı

On Adımda Camus


1
Dünyanın saçmalığı nerede? Bu parıltıda mı, yoksa onun yokluğunu düşünmemde mi?

Saçmalık olarak adlandırılan, parıltı değil karanlıktır. Karanlık parıltıyla birleştiğinde alacakaranlık oluşur. Aslolan ise saçmalıktır, çünkü saçmalıklar üzerine vuran parıltılar, yani karanlık üzerindeki güneşler geçicidir. Karanlık daima değişmekten olan bir resmin arka planı gibidir. Parıltının yokluğunu düşünmek budur: Parıltı değişken ve geçicidir. Karanlık ise daima aynı ve kalıcı.


2
Kafamdaki bunca güneşlere karşın, neden saçmadan, karanlıktan yana gittim? Çevremde herkes şaşıyor buna; ben de şaşıyorum bazen. Şöyle diyebilirim onlara ve kendime: Güneşin kendisi götürdü beni karanlığa; öylesine kalındı ki aydınlığı, evreni bütün biçimleriyle pıhtılaştırıyor, bir karanlık parıltıya boğuyordu.

Güneşi takip etmenin sonu karanlıktır. Çünkü güneş geçici bir parıltıdır. Bu yüzden, takip edilen her parıltının sonu karanlık olacak ve güneşler karanlıklara götürmeye devam edecektir. Güneşin yarattığı boğucu ve yanıltıcı aydınlığın evreni karanlık bir parıltıya boğması ise, tüm parıltıların ardında gerçek bir karanlık olmasındandır, bu sebeple, aydınlık ne kadar kalın olursa, ardından gelen karanlıkta gözbebekleri o denli büyüyecektir.


3
Ama, bu başka türlü de söylenebilir. İsterdim ki, bu alacakaranlık - ki benim için, her zaman gerçeğin ta kendisidir - karşısında, kendimi rahatça anlatayım.

Gerçeklik olan alacakaranlık karşısında kendini anlatma eylemi özgürce yazma ve konuşma eylemidir. Karanlıktan bahsetmek, parıltıların geçiciliğinden ve yanıltıcılığından bahsetmek, bizi güneşin kendisinin götürdüğü alacakaranlıktan konuşmak, gerçeğin ta kendisidir.


4
Bu alacakaranlığı, dünyanın bu saçmalığını öylesine biliyorum ki, ondan kabaca konuşulmasına dayanamıyorum.

İyi gözlemci arka planı iyi bilir. Arka plandaki alacakaranlığı, yani evrenin esas gerçekliğini bilmek, sıradan konuşmaları katlanılmaz hale getirebilir. Çünkü aslolan hakkında konuşmak varken, geçici bir güneş hakkında konuşmak, geçicidir. Veya, alacakaranlıktan gelişigüzel bahsetmek onun esas büyüklüğünü göz ardı etmektir.


5
Aslında, alacakaranlıktan konuşmak bizi güneşin ta kendisine götürecektir.

Neden trajediler, komedilerden daha derin ve unutulmaz izler bırakır? Güneşten bahsetmek, sahip olunamayan bir şey hakkında çene yormaktır. Fakat, alacakaranlıktan, gerçeklikten, her zaman sahip olunan öz’den bahsetmek, bunu anlamak, güneşin, parıltının, aydınlığın da ne olduğunu anlamayı sağlayacaktır. Trajedinin öz’ü budur. Karanlığın öz’ü budur. Düşüş’ün öz’ü budur.


6
Kimse ne olduğunu söyleyemez. Ama, ne olmadığını söylediği olur. İstiyorlar ki, arayan adam, neyi bulduğunu söylesin.

Olduğunu ya da bulduğunu söylersen, olmadığını ya da bulmadığını söylemiş olursun. Ne istenirse istensin.


7
Bin ağızdan ona neyi bulduğunu söylerler. Ama, kendisi, daha bulamadığını bilir.

Nereden bilirler ki neyi bulduğumu ben daha bulamamış isem? Aramak süreci, belki de, sonsuz bir süreçtir. Sonlandığı noktadan önce bu sürecin bittiği söylenemeyeceğine göre ne bulunduğu da söylenemeyecektir, hiçlik olmadığı sürece.


8
Diyeceksiniz ki, sen ara ve bırak birileri, onlar konuşsun. Doğru. Ama uzaktan uzağa insanın kendini savunması da gerek.

Gerek.


9
Ben neyi aradığımı biliyorum, onu ürke ürke adlandırıyorum, o değil diyorum, odur diyorum, ileri varıyorum, geriliyorum. Ama, zorluyorlar beni, bulduklarının adını ver, adını ver, kestir at, diyorlar bana. Şahlanıyorum o zaman.

O değil demek, odur demek, ileri varmak, gerilmek… Adlandırmaktan kaçınmaktır. Ne bulduğumu söyleyemem ben, yaşadığımı anlatmış olurum, anlatırsam, adlandırırsam ne olur o zaman? Neden zorlarlar? Neden bulunanı adlandırmak zorunda, kavramlaştırmak zorunda kalırız? Şahlanmak?


10
Bir şey, adı konduğu anda yitirilmiş değil midir? İşte, hiç olmazsa bunu söyleyebiliyorum.

Camus’yü yitirdik.