29 Ekim 2010 Cuma

Onuncu Gün*




Camda lekeler var. Hafta sonu yağan yağmurdan kalmış olsa gerek. Bu lekeler olmasa, alt cadde daha iyi seçilebilecek. Gösterişli yer, ışıkları gözünü alıyor insanın. Şu İstiklal Caddesi hayatıma girdi gireli ne kadar da umarsızlaştım. Camı silmek lazım…
 
Masayı toplamışsın, sağol…”

Hâlbuki masa dağınık, ne de olsa benim masam. Cam kenarında olması da, çalışırken ayrı bir dalıp gitme nedeni üstelik. Soğudum masamdan! Her zaman buruşmuş kâğıtlar, karalanmış kâğıtlar, yazısız kâğıtlar, masada hep kâğıtlar, hep bir cetvel masada, hep birkaç cetvel, hep pergel, hep çizim, hep çizim, hep çizim Sonra boş bir fincan olurdu akşamdan- gerçi son günlerde bir Kavaklıdere şişesi oluyor- ve toz var masada, cam bir parmak aralık kalmış.

Camı kapatmamışsın? Hâlbuki cam kapatılırdı normalde akşamları. Ah şu ayazı İstanbulun, alışamadım!, babam hep derdi güzelim İzmir bırakılır da gidilir mi İstanbul batağına diye Babamın bu sözleri söylediği evde kim bilir şimdi kimler oturuyor? Bayraklı, güzel yerdi Evimiz eskiydi, belki biraz da küçüktü ama iyi manzarası vardı. Bir sigara yakmak lazım

Şu aynadaki yüz Mimarlık okumak mı yıprattı beni? İstanbul mu uzattı bu sakalları? Neden sigara içiyorum ki dokuz gündür? Başım çok ağrıyor

Menkıbe Teyze seni aradı geçen, söylemiştim değil mi? Hani şu Manav kuyuda oturan…”

Ne çenesi düşük kadındı Menkıbe Teyze! Annemi arar, saatlerce kocasını çekiştirirdi. Annemle babam hayattayken   onun   evine   hiç   gidemediler. Onunla ilgili hatırladığım tek olay, bir kış gecesi geçmişti. Yanılmıyorsam sene 998 idi, tabii, liseye  yeni   başlamıştım.   Kadın   İstanbulu, anneannemi arayacağına bizim evin numarasını çevirmiş, anneannem diye annemle uzun uzun konuşmuş, annem de anneannemin ağzından kendi   kendini   çekiştirmişti.   Ne  gülmüştük! Kadıncağız kim bilir daha sonra anneannemi aradığında nasıl toparlamıştı cümleleri. Menkıbe Teyze,    anneannemin    ahizesini    en    çok eskitenlerdendi. İşte o ahize karşımda şu an ve evdeki  her şey gibi  o  da tozlu  tam  dokuz gündür

Bankadaki para suyunu çekti anneanne, senin altın dişleri satmasaydık açtık bugün.

Telefon çalıyor. Konuşacak halim yok, sen bakacaksan bak. Ne de uzun çaldı mübarek, kimse bu arayan? Bir daha çalarsa açayım bari

Alo? Yalnız mısın? Sinan’ın sesi bu, diyaloglarda hemen esas konuya girer.

Yalnızım, neden? Sinan sınıfın en sessizlerinden ve benim ender anlaşabildiğim çocuklardan biri.

Gökkuşağı’ndayım ben, çizim ödevini bitiremedim, kafam bozuk, gel takılalım biraz.
 
Sinan içerse yalnız içerdi, hele de Gökkuşağı gibi onun evine uzak bir barda ve gecenin on bir buçuğunda
Yapılacak çok iş var. Daha taslağa başlamadım bile. Evi toplamalıyım. Dersim sabahın köründe ve benim gözümden uyku akıyor. Üzgünüm..

Merakıma neden yenik düşmediğimi tam olarak bilmiyorum ama merak ve evde kalmak arasında telefonu kapattıktan sonra bile gidip geldim. Sanırım yeni bir şişe daha açma vakti

Pek uykum yok bu gece, konuşalım mı biraz? Yine cevap gelmedi. Uyudu mu ki? Anneannemin en sevdiği yemenisini ceketimin iç cebine sıkıştırdım, kaç gündür okuldayken çıkarıp çıkarıp kokluyorum. Gidip bir bakayım bari. Hala ses yok

“İyi geceler sultanım, üstünü örttüm, merak etme. Duymuyor beni, çoktan dalmış olmalı. Elleri çok üşümemiş ama benimkilere oranla daha soğuk gibi. Ellerini öpüp çektim kapısını. Bana kalan tek varlık ailemden. Ben de ona

Şu Sinan Garip çocuktu ama bu akşamki telefonundan daha garip bir olay anımsamıyorum onun hakkında. Bir daha da aramadı. Ne şaşırıyorum ki? Sinan’ın da ısrar etmesini bekleyemezdim ya! Geçen sene o beklemediği halde ona oldukça faydam dokunmuştu. Ne de olsa sıra arkadaşım Sinan. Tabii ben de karşılık beklemedim. Gelmedi de Bilemiyorum ama yine de Sinan diğerlerine oranla daha iyi gibi Bir de şu aramasının sırrını çözebilsem

Bir ses, kapı tıklanıyor. Sık rastlanan bir şey değil bu. Ara bir sokak, eski bir apartmanın tavan arası, adres sormak için çok uygunsuz bir yer. Peki, kim bu? Kapıyı açacaksam, geç açmamam   gerek.   Açmayacaksam    

Ama nasıl? Sokaktan bakınca evde ışık yandığı görülebiliyor bir kere. Anneanneme bakmalıyım, çabuk. Tam da şarabımı yeni açmışken ne bu şimdi? Saçlarını okşadım onun ve kilitledim kapısını. İyi ki de cam aralık kalmış. Yine kapı… Omzum ve dirseğim arasındaki tüylerin dikleştiğini hissettim. Koşarken ayak parmağımdaki yara yine sızlamaya başladı.

Kim o?

Ben Sinan. Niye açmıyorsun kaç saattir? Bir sorunum var, konuşmalıyız.

Artık kapıyı açıp açmama kararı vermek için çok geç bir anda olduğumu fark etmiştim. Sinan’ın gözleri doluydu, boş bir şekilde bana bakıyordu. Merakıma bu kez yenilmem ve ileri atılmamla Sinan’ın solunda merdiven başında bekleyen takım elbiseli şişman adamın bir sivil polis olduğunu anlamam çok uzun sürmedi.

Evde bir ceset gizlediğiniz tespit edildi, hem de tam dokuz gündür!

Durduğum nokta cevap verebilmeye, hatta hareket edebilmeye çok uzaktı içeriden bir kapı kırılma sesi duyduğumda

“Ölmedi o!
 
İlk kez sessiz bir çığlık atmıştım. Onun bana hep attığı gibi. Her gece eve döndüğümde, geç kaldığımı, derslerimi aksattığımı tokat gibi yüzüme vuran anneannemi yıllardır önemsemedim, anlamadım, nedenlerin farkına varamadım, o vardı, ben yokmuş gibi davrandım. Şimdi o başımın tacı dokuz gündür. Dokuz gündür o yok; ben varmış gibi davrandım. Evden çıkarken sadece iki yanımdaki polislerin farkındaydım

Yeşil yemeninin üzerindeki kan lekesini fark ettiğim günün üzerinden dokuz gün geçti. Anneanneni pek sevmezdin sen?

Oysa anneannem dokuz gündür benim bütün dünyamdı. Aslında daha önce de böyleydi de ben bunu dokuz gündür anlıyorum. Özgürlüğümü kısıtlayan, evde her akşam bana dırdır eden o çekilmez tiz sesini, monotonlaşan cümlelerini, özleyeceğim aklıma gelir miydi? Dokuz gündür o benim her şeyim

Bana iyilik mi yapmak istedin Sinan?

Susuyordu Üç altın diş, verem tedavisine yeter miydi acaba? İlla bunun mu olması gerekliydi?
Susuyordu


*Varlık Dergisi, Ocak 2005 sayısında yayınlanmıştır.

1 yorum: