4 Aralık 2010 Cumartesi

Disconnectus Erectus*, Modern Birey



Karanlıktır. Yalnızdır. Çevrede bakacak çok bir şey yoktur. Baksa da göremeyeceğinin farkında değilken, bu gerçeğe odaklanır. Çevrede bakacak bir şey yok. Çevresi kalabalıklaştıkça yalnızlaşır.

“Size sözümün eri olduğumu nasıl anlatsam? Biletçi dediğim zaman biletçi, reisicumhurbaşkanı dediğim zaman da reisicumhurbaşkanı demek istediğimi, yalnız onu dediğimi, başka hiçbir şey kastetmediğimi belirtmenin hiçbir yolu yok mu?”

Bir sigara yakar. Bazen onu kül tablasında unutur. Sigaranın onu ondan önce unuttuğunu fark etmeden. Camı kapatır. Havanın soğuduğunu fark etmeden. Çevrede cam vardır. Farkındalıkları göz ardı etme hastalığına yakalamıştır disconnectus erectus, fazla farkında olmanın sonucu.

"Senin ne işin vardı onlar arasında.. Hiç bir işim yoktu.. Bu yüzden sevmezlerdi seni işte.. Bu yüzden aldırmadılar sana.. Söylesene senin ne işin vardı onlar arasında..”

Disconnectus Erectus insan tipi çok eski değildir. Tarihi, en fazla bir önceki yüzyıl başlarına dayanır. Modernleşen dünya yaratmıştır onu. Var olmak onun elinde olmadığı gibi böyle olmak da onun elinde değildir. Ne onun elindedir?

“Eller boşta kalıyor, tutunamıyorlar toprağa, anlatamıyorlar anlatılmayanı.”

Modernleşmek, bugünkü anlamda “Batılılaşmak” ya da “çağdaşlaşmak” değildir. Kelime anlamı “şu an”dır “modern”in. Modernizm ise 20. yüzyıl başlarında, teknolojileşme ve endüstrileşmenin mekanize ettiği, küresel savaşların derinden sarstığı toplumun ürettiği sanatsal ve düşünsel akıma verilen addır. Modern birey de yarattığı dünyası içerisinde yalnızlaşan, toplumdan uzaklaşan, bu uzaklaşma ile derin sarsılmalara sürüklenen, hayatın anlamsız olduğunu düşünen ve amaçsızlaşan bireydir.

Sayıları fazla değildir. Çevrelerindekiler onları anladıklarını düşünürler önce, hatta bazen kendilerinin de onlardan olabileceklerini. Ama eninde sonunda da deli olduklarına kanaat getirirler onların. Sigarası sönmüştür. Disconnectus Erectus insan tipinin modern çağ dünyasına ayak uydurması mümkün değildir. Dış görünüşleri diğer insanlarınkilerle aynı da olsa onlar hamurlarının farklı olduğunu düşünür.

“Yaklaşmaz hiçbir güzellik, doğduğu günden beri kalbinde bir delik, almak için bütün sızıları içine.”

“Tutunamayanlar”, disconnectus erectusların destanıdır. Oğuz Atay’ın 1971’de yayınlanan bu eseri, tutunamayan birey kavramını destansı bir dille anlatır. Gerçi sadece destan demek azdır bu kitaba. 724 sayfalık bir şiir, bir şarkı ya da bir ansiklopedi bile denebilir. İşte bu destan boyunca anlatılır tutunamayanların hikayesi.

"O zamanlar Olric yoktu daha. O zamanlar Turgut'un kafası bu kadar karışık değildi"

Olric’lerini kendi yaratır disconnectus erectus. Konuşur onlarla. Yalnızlığını azalttığını sandıkça yalnızlaşır. Diğer tutunamayanlara ağlar...

“Neden, geçirdiği her dakikanın hesabını sordun, içini ezdin? Neden, korkuyu göğsünden çekip almadın? Neden, suçluluk duygusunu üzerinden atmasına yardım etmedin?”

Aşktan korkar, aşkın onu yoketmesinden... Unutur noktalama işaretlerini.

"... beni bir gün unutacaksan bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi boş yere mağaramdan çıkarma beni alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme..."

Belki disconnectus erectus mahkumdu yalnızlığa. Sigarasını tekrar yakmaya çalıştı. Acıdı dudakları. Ayağa kalktı. Gözünde bir karartı. Duvara, tutunamadı.


*Tutunamayan

1 yorum:

  1. ilk bunu okumuştum bir tesadüf sayesinde...neredeyse 2 ay sonra alıntıları okuyunca yine hatırlattı kendini.tesadüfün varlığını sorgulatıyor...

    YanıtlaSil